Pazartesi, Ağustos 13

Rica Etsem Saçımı Okşar Mısınız?


Mustafa Mutlu'yu köşe yazarı olarak etiketleyip beynimi çekmecelerinden birine kapattığımdan romanını görünce gerçekten şaşırdım.


Başlık insanda farklı duygular uyandırıyor. "Beni sev! N'olur sev! Çok sev!" hissi kafamda canlananlardan ilkiydi ve açıkçası erkek yazarların fazla duygusallık içeren yazı denemeleri tek kaşımı hafifçe yukarı doğru eğimlendirmeme sebep oluyor.

Önyargılıyım, dar düşünce kalıplarının şahıyım. Evet. Dozunda duygusallık iyi ama bazı cümleler-kalıplar-olay örgüsü duygusallık ile mıymıylık arasındaki ince çizgiyi aşabiliyor. "Mıymıylık" tanımım erkek yazarlara özgü elbette, dar kafalı yapıma göre kadınlar sonuna kadar duygusal olabilir. Garip bir his yaratmıyor.

Eğer kitabın ön kısmında roman olduğu belirtilmese kitabı okurken kısa öyküler okuyormuşcasına bir havaya bürünmek mümkün. Bölümlerin arası keskin bir bıçakla kesilmiş gibi düzgün ve steril biçimde ayrılmış. Bitmemiş hikayeler, bölümler arası apayrı dünyalara odaklanma zorunluluğu pek hoşuma giden bir durum değil. Bu nedenle kitabın sonundaki toparlayıcı bölüme bayıldım. Soru işaretlerinin kalktığı, cerrahi işlemle ayrılmış gibi gözüken kısımların aslında incecik, çepeçevre saran damarlarla sımsıkı bağlı olduğunu görmek beni mutlu etti.

Terapiye yoğunlaşan kapanış bölümünün Sagopa Kajmer'in Terapi şarkısına yer vermesi de ayrı bir süpriz oldu. :)

Bilindik belirli düşünce kalıplarını tekrarlayan bu kitap karşısında yine ve yeniden şunları söylemek zorunda hissediyorum kendimi: Top gibi oradan oraya sektirilen "objektif olma" kavramına zerre kadar inanmıyorum. Herkesin belli bir görüşü vardır, o doğrultuda düşünür. "Efendim yok ben çok objektifim, her görüşe aynı uzaklıktayım." Buna kim inanıyor hala?
Altı çekyatlı bir odada yere serilen gazete üstünde yemek yiyip daha sonra gelen öğrencileri belirli kalıplar çerçevesinde çalıştıranlar mı?
Yakın tarihin kahramanlık türkülerini tıngırdatıp okuduğu üç dönem romanından sonra "Yeni düzeni biz getireceğiz, bitecek karanlıklar!" minvalli bağırışlarla yemekhanede bildiri dağıtanlar mı?
Tarihin kolunu kesip havada kalan eline odaklanarak aynı melodiye takılıp kalan, herkesi aynı amaç etrafında toplanmış muasır medeniyet seviyesine doğru ilerlerken hayal eden saf azınlık mı?
"Topunun köküne kibrit suyu!" diye düşünen ama elinde herhangi bir çözüm önerisi olmayan, böyle bir şeyi sunma derdi olmayan otlar mı? (Ya da nam-ı diğer apolitik bilgisiz cahil gençlik, daha popüler tanım bu.)
Kısacası objektif olmak diye bir şey yok. Hala buna inanabiliyorsanız inançlarınızı gözden geçirme vakti gelmiş demektir. Hiç kimse objektif değildir, bir kitabı okurken yazarın görüşünü az çok kestirirsiniz. Ama birkaç cümlenin gidişinden, üsluptan bunu kestirmek var, bir de yazarın düşüncelerini gözünüze soka soka satırlara kazıması var. Mustafa Mutlu bir Sözcü Gazetesi yazarı olarak elbette ikinci kategoriye giriyor. Kitap kapağına ufak yan başlık olarak "Bir Sözcü Gazetesi Romanı" diye not düşülebilirdi. Bazı satırlarda "Acaba şu an gazetenin roman versiyonunu mu okuyorum?" diye düşünebilirsiniz.

Çabuk biten, boş vakitleri değerlendirmek için okunabilecek bir kitap.

Doğan Kitap'tan 2010 senesinde çıkan kitabın Zülfü Livaneli'nin kaleminden tanıtımı:
 " “Rica etsem saçımı okşar mısınız?” bizi anlatıyor... Kalabalıkların arasında kaybolanları, kendi değerlerine tutunarak yaşamaya çalışanları, sessizce direnenleri anlatıyor. Yürekleri büyük insanları... Yedi günaha, iffetsizliğe, tamaha, öfkeye, acımasızlığa, kıskançlığa, gurura, doymazlığa her şeye rağmen elveda diyecek gücü olanları anlatıyor...

Her “cambaz” dediğinde babası itiraz eder, “Cambaz değil, canbaz” diye düzeltirdi. “Canıyla oynayan manasında... İp canbazına ise rismanbaz denir.”

İp, durmadan kayıyordu ayaklarının altından... İlerlemek de zordu, dönmek de...
Tam ortasındaydı halatın.
İlerlemekten, ipin sonuna ulaşmaktan çoktan vazgeçmişti de...
Keşke orada kalabilseydi en azından.

Elindeki denge çubuğu, değerleriydi bir bakıma...
Hayat ise ipin kendisiydi, sallanıp duran.

Kendisi gibi, tüm dikkatini ellerine tutuşturulan “denge çubuğuna” verenler ise düşmeye mahkûmdu...

“Şu anda elinizde bir gazetecinin kitabını tutuyorsunuz.
Mustafa Mutlu kardeşimin kitabını...

Arthur Miller, ‘Bir terzi için kumaş ne ise bir yazar için de gerçek odur’ demişti.
Bu söz belki de en çok Mustafa’ya yaraşır.

Bu kitapta tepkili bir yüreğin fısıltılarına ve çığlıklarına tanık olacaksınız.”

Zülfü Livaneli"

Hiç yorum yok: